27 Şubat 2017 Pazartesi

Sabahattin Ali- Çocuklar Gibi Şiiri

  Hiç yorum yok


Çocuklar Gibi 

Bende hiç tükenmez bir hayat vardı 
Kırlara yayılan ilkbahar gibi 
Kalbim hiç durmadan hızla çarpardı 
Göğsümün içinde ateş var gibi

Bazı nur içinde, bazı sisteyim 
Bazı beni seven bir göğüsteyim 
Kah el üstündeydim, kah hapisteydim 
Her yere sokulan bir rüzgar gibi

Aşkım iki günlük iptilalardı 
Hayatım tükenmez maceralardı 
İçimde binlerce istekler vardı 
Bir şair, yahut bir hükümdar gibi

Hissedince sana vurulduğumu 
Anladım ne kadar yorulduğumu 
Sakinleştiğimi, durulduğumu 
Denize dökülen bir pınar gibi

Şimdi şiir bence senin yüzündür 
Şimdi benim tahtım senin dizindir 
Sevgilim, saadet ikimizindir 
Göklerden gelen bir yadigar gibi

Sözün şiirlerin mükemmelidir 
Senden başkasını seven delidir 
Yüzün çiçeklerin en güzelidir 
Gözlerin bilinmez bir diyar gibi

Başını göğsüme sakla sevgilim 
Güzel saçlarında dolaşsın elim 
Bir gün ağlayalım, bir gün gülelim 
Sevişen yaramaz çocuklar gibi

Şiirler
Sabahattin Ali

Aylardan Aşk Kitabından Alıntı

  Hiç yorum yok


"Bizi düşün; iyi gelecektir. Çünkü biz, biz olmak için çok uzun yollar aşıp hiç olmayacak şekilde bir araya geldik. Tüm bunların bir anlamı olmalı. Ama olur da o lanet kalbin durursa... Bil ki benimde durmuş olacak ve o zaman benim için yaptığın her şey boşa gidecek. "


"Bizi düşün; iyi gelecektir. Çünkü biz, biz olmak için çok uzun yollar aşıp hiç olmayacak şekilde bir araya geldik. Tüm bunların bir anlamı olmalı. Ama olur da o lanet kalbin durursa... Bil ki benimde durmuş olacak ve o zaman benim için yaptığın her şey boşa gidecek. "

A Harfi ile Başlayan

Bir Demet Tebessüm Bir Tutam Sevgi Kitabının Tanıtımı

  Hiç yorum yok
"Dün öldü, bugün can çekişiyor, yarın ise daha doğmadı ". Resmen terapi gibi geldi. Elime aldım ve bitirdim. Bir roman şeklinde değil, kişiler üzerinden kısa kısa hikayeler, anılar var içinde. İnsana bitirdikten sonra iyi hissettiren bir kitap. Yazar eleştirilerine, tespitlerine ve yaşanılmış bazı olaylara anılarına yer vermiş. Örneklendirerek anlatımını zenginleştirmiş. İnsanın sıklıkta yaptığı hatalara değinmiş. (Bu hataları yapan biri olarak düzeltme konusunda bir adım atacağıma inanıyorum. ☺) İşe öncelikle kendini severek başlanması gerektiğini ve pozitif düşünmenin hayatınıza katkılarını dile getiriyor. Hipnoz kısmı içn hala acaba gerçek mi diye soru işareti kalsada verilen isimlerin insanlar üzerinde etkilerine katılıyorum. Katıldığım diğer görüşü ise nefretin ne kadar yalın bir duygu olduğu kısmı. Gerçekten nefretin sahtesi yoktur. Eşeğin gölgesi hikayesi tartışılır... En sevdiğim kısmıydı diyebilirim. Yüzümde tebessüm kalbimde sevgiyle okudum.❤ Bu arada çok tartışılan bir konuya açıklık getirmiş. Bu arada içinde değinmediğim bir çok yönü var ama hepsini anlatınca geriye ne kalır ki . En güzeli herkesin kendi yolculuğuna kendisinin başlaması. ☺

 Bir roman şeklinde değil, kişiler üzerinden kısa kısa hikayeler, anılar var içinde. İnsana bitirdikten sonra iyi hissettiren bir kitap. Yazar eleştirilerine, tespitlerine ve yaşanılmış bazı olaylara anılarına yer vermiş. Örneklendirerek anlatımını zenginleştirmiş. İnsanın sıklıkta yaptığı hatalara değinmiş. (Bu hataları yapan biri olarak düzeltme konusunda bir adım atacağıma inanıyorum. ) İşe öncelikle kendini severek başlanması gerektiğini ve pozitif düşünmenin hayatınıza katkılarını dile getiriyor.
Hipnoz kısmı içn hala acaba gerçek mi diye soru işareti kalsada verilen isimlerin insanlar üzerinde etkilerine katılıyorum. Katıldığım diğer görüşü ise nefretin ne kadar yalın bir duygu olduğu kısmı. Gerçekten nefretin sahtesi yoktur. Eşeğin gölgesi hikayesi tartışılır... En sevdiğim kısmıydı diyebilirim. Yüzümde tebessüm kalbimde sevgiyle okudum.Bu arada çok tartışılan bir konuya açıklık getirmiş. Bu arada içinde değinmediğim bir çok yönü var ama hepsini anlatınca geriye ne kalır ki . En güzeli herkesin kendi yolculuğuna kendisinin başlaması. 



Kitap Tanıtımı

Beyoğlu'nun En Güzel Abisi Kitabının Tanıtımı

  Hiç yorum yok
Olay günümüzde geçiyor, sosyal konular güzel anlatılmış.  Olay yılbaşı gecesi Tarlabaşı' nın arka sokaklarında bir erkek cesedi bulunmasıyla başlıyor. Başkomiser Nevzat ve yardımcısı olay yerine geliyor ve soruşturma başlıyor. Mafya hesaplaşmaları ,kentsel dönüşüm, rant kavgaları, tinerci çocuklar, gezi olayları, (1955 deki 6-7 Eylül olayları, varlık vergisi) olay örgüsü içinde güzel geçişlerle anlatılıyor. Konu geçişleri kısa kısa olsa da sıkıcı ve kopuk değil. Konuya hakim okuyorsunuz, betimlemeler, zaman mekan güzel ele alınmış.Hikayede birkaç anlatıcı var .Okumanınızı tavsiye ederim...  Beğendiğim alıntılar 'İnsan yaşadığı yere benzer, "demişti bir şair. Hukukumuz da yaşadığımız yerler gibiydi, eskimiş, işlevini yitirmiş, çürümeye terk edilmiş, yıkılmak üzere... Böyle bir toplumda adalet gerçekleşebilir miydi? " "Aşk dünyanın en güzel mazeretidir. " "Ama insanın söz getiremediği duygular vardır, engelleyemediğimiz. Nezaket başkadır, insanın içinden geçen başka. " "Cinayet işleyenler, kurbanlarıyla birlikte kendi huzurlarını da öldürürler. " "Şiddeti kullanarak ideal bir toplum yaratamazsın. "

Olay günümüzde geçiyor, sosyal konular güzel anlatılmış.  Olay yılbaşı gecesi Tarlabaşı' nın arka sokaklarında bir erkek cesedi bulunmasıyla başlıyor. Başkomiser Nevzat ve yardımcısı olay yerine geliyor ve soruşturma başlıyor. Mafya hesaplaşmaları ,kentsel dönüşüm, rant kavgaları, tinerci çocuklar, gezi olayları, (1955 deki 6-7 Eylül olayları, varlık vergisi) olay örgüsü içinde güzel geçişlerle anlatılıyor. Konu geçişleri kısa kısa olsa da sıkıcı ve kopuk değil. Konuya hakim okuyorsunuz, betimlemeler, zaman mekan güzel ele alınmış.Hikayede birkaç anlatıcı var .Okumanınızı tavsiye ederim...  Beğendiğim alıntılar 

'İnsan yaşadığı yere benzer, "demişti bir şair. Hukukumuz da yaşadığımız yerler gibiydi, eskimiş, işlevini yitirmiş, çürümeye terk edilmiş, yıkılmak üzere... Böyle bir toplumda adalet gerçekleşebilir miydi? " 

"Aşk dünyanın en güzel mazeretidir. " 

"Ama insanın söz getiremediği duygular vardır, engelleyemediğimiz. Nezaket başkadır, insanın içinden geçen başka. " 

"Cinayet işleyenler, kurbanlarıyla birlikte kendi huzurlarını da öldürürler. "

 "Şiddeti kullanarak ideal bir toplum yaratamazsın. "

Kitap Tanıtımı

Huzursuzluk Kitabının Tanıtımı

  Hiç yorum yok
İbrahim ve Hüseyin çocukluk arkadaşı. İbrahim İstanbul'a gelip gazeteci olmuş, Hüseyin ise doğdukları şehir de Mardin de kalmış. Bir gün Hüseyin'in ölüm haberini alan İbrahim Mardin'e gelir. Neden öldüğünü araştırırken kan donduran gerçeklerle karşılaşır. IŞİD'in eziyeti bir yandan, yerlerinden yurtlarından olmuş ve çektirilen eziyetlerin yaraladığı Mülteciler diğer yanda. . Bu acı dolu gerçeği okurken nefes alamadım. Şu alıntı bu kitabı en iyi anlatandır diyorum başka da birşey diyemiyorum. *Harese nedir, bilir misin oğlum? Arapça eski bir kelimedir. Bildiğin o hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir. Harese şudur evladım: Develere çöl gemileri derler bilirsin, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kanın tadı dikeninkiyle karışınca bu, devenin çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve...

İbrahim ve Hüseyin çocukluk arkadaşı. İbrahim İstanbul'a gelip gazeteci olmuş, Hüseyin ise doğdukları şehir de Mardin de kalmış. Bir gün Hüseyin'in ölüm haberini alan İbrahim Mardin'e gelir. Neden öldüğünü araştırırken kan donduran gerçeklerle karşılaşır. IŞİD'in eziyeti bir yandan, yerlerinden yurtlarından olmuş ve çektirilen eziyetlerin yaraladığı Mülteciler diğer yanda.
.
Bu acı dolu gerçeği okurken nefes alamadım. Şu alıntı bu kitabı en iyi anlatandır diyorum başka da birşey diyemiyorum.

*Harese nedir, bilir misin oğlum? Arapça eski bir kelimedir. Bildiğin o hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir. Harese şudur evladım: Develere çöl gemileri derler bilirsin, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kanın tadı dikeninkiyle karışınca bu, devenin çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve...

Kitap Tanıtımı


S*ktir Et Kitabından Alıntı

  Hiç yorum yok
Bilinçli olmak çevrenizde olan biteni sürekli irdelemek demektir, görüşlerinizde açık olmanız gerektir Gerçekler ne kadar tatsız tuzsuz görünse de onlarla yüzleşmek demektir. Zaten gerçekler genelde tatsız tuzsuzdur, çünkü bir çoğumuzun ilk önce bilinçsiz davranmamızın nedeni kim olduğumuza, ne hissettiğimize  ve çevremizde olan bitene dair  gerçeklerin yüzleşmek için hoş olmamasıdır.


Bilinçli olmak çevrenizde olan biteni sürekli irdelemek demektir, görüşlerinizde açık olmanız gerektir Gerçekler ne kadar tatsız tuzsuz görünse de onlarla yüzleşmek demektir. Zaten gerçekler genelde tatsız tuzsuzdur, çünkü bir çoğumuzun ilk önce bilinçsiz davranmamızın nedeni kim olduğumuza, ne hissettiğimize  ve çevremizde olan bitene dair  gerçeklerin yüzleşmek için hoş olmamasıdır.

S Harfi ile Başlayan

Kızım Olmadan Asla Kitabının Tanıtımı

  Hiç yorum yok
En etkilendiğim kitaplardan biri. Betty , 1980li yıllarda eşi ve kızıyla eşinin memleketi olan İran'a gider 2 haftalık bir tatil için. Ama eşinin hain planları vardır ve bu aslında bir tatil değildir. Betty bunun tatil olmadığını anladığında geri dönmenin yollarını aramaya başlar. Amerikalı olduğu için Farsça bilmemektedir ve İran kültürüne uyum sağlamada zorluklar yaşar. Tek başına geri dönebilir ama o her zaman " Kızım olmadan asla gidemem " deyip her türlü zorluğa katlanır. Eşinden şiddet görür hatta eşi onu ölümle tehdit eder. Birçok kez kaçmanın yolunu bulmuştur aslında ama eşi tarafından sürekli eve kilitlendiği için bunu başaramaz. En sonunda eşi Amerika'ya gidebileceğini söyler ama İran yasalarına göre kadının çocuk üzerinde hiçbir hakkı yoktur. Eşi onu zorla , kızı olmadan Amerika'ya yollamaya karar verince o gün gelmeden önce kızıyla kaçma yolunu bulur ve çok zorlu bir kaçış yolundan önce yasal olmayan yollardan Türkiye 'ye geçer ve sonra Amerika'ya. Sonunda kızıyla birlikte kurtulmuşlardır ama yaklaşık 2 sene boyunca İran'da kızı için herşeye katlanmıştır. Kızı için herşeyi göze almıştır, bu annenin gerçek hayat hikayesine ortak olmak isterseniz bu kitabı muhakkak okuyun .


En etkilendiğim kitaplardan biri. Betty , 1980li yıllarda eşi ve kızıyla eşinin memleketi olan İran'a gider 2 haftalık bir tatil için. Ama eşinin hain planları vardır ve bu aslında bir tatil değildir. Betty bunun tatil olmadığını anladığında geri dönmenin yollarını aramaya başlar. Amerikalı olduğu için Farsça bilmemektedir ve İran kültürüne uyum sağlamada zorluklar yaşar. Tek başına geri dönebilir ama o her zaman " Kızım olmadan asla gidemem " deyip her türlü zorluğa katlanır. Eşinden şiddet görür hatta eşi onu ölümle tehdit eder. Birçok kez kaçmanın yolunu bulmuştur aslında ama eşi tarafından sürekli eve kilitlendiği için bunu başaramaz. En sonunda eşi Amerika'ya gidebileceğini söyler ama İran yasalarına göre kadının çocuk üzerinde hiçbir hakkı yoktur. Eşi onu zorla , kızı olmadan Amerika'ya yollamaya karar verince o gün gelmeden önce kızıyla kaçma yolunu bulur ve çok zorlu bir kaçış yolundan önce yasal olmayan yollardan Türkiye 'ye geçer ve sonra Amerika'ya. Sonunda kızıyla birlikte kurtulmuşlardır ama yaklaşık 2 sene boyunca İran'da kızı için herşeye katlanmıştır. Kızı için herşeyi göze almıştır, bu annenin gerçek hayat hikayesine ortak olmak isterseniz bu kitabı muhakkak okuyun .

Kitap Tanıtımı

Dokuz Anahtarlı Kırk Oda Kitabından Alıntı

  Hiç yorum yok
 Kadınları her zaman çok sevmişimdir,ama bunu bir ayrı sevdim. Hiç kavuşamadık, belki o yüzden hâlâ içimdeki toy oğlanın solmamış sevdasıyla bağlıyımdır ona. Ukde sevdası, diyelim.İnsanın içinde ukde kalmış aşklar uzun yaşar.Acemi kalbin hatırası derindir,ilk bıçak izi gibi tende kurusa bile kabuk bağlamaz.


Kadınları her zaman çok sevmişimdir,ama bunu bir ayrı sevdim. Hiç kavuşamadık, belki o yüzden hâlâ içimdeki toy oğlanın solmamış sevdasıyla bağlıyımdır ona. Ukde sevdası, diyelim.İnsanın içinde ukde kalmış aşklar uzun yaşar.Acemi kalbin hatırası derindir,ilk bıçak izi gibi tende kurusa bile kabuk bağlamaz.


D Harfi ile Başlayan

Tutunamayanlar Kitabından Alıntı

  Hiç yorum yok

''Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben ne yaptım ?  Kimsede uyarmadı beni. İşte sonunda anlamsız biri oldum. İşte sonum geldi. Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; Kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım.''

''Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben ne yaptım ?  Kimsede uyarmadı beni. İşte sonunda anlamsız biri oldum. İşte sonum geldi. Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; Kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım.''

T Harfi ile Başlayan

Böcek Kitabının Özeti

  Hiç yorum yok


Öncelikle birazcık içerikten bahsedelim. Kitabın ana karakteri olan Recai Bey deneyimli bir polis. Zamanında arkası sağlam bir çocuğu dövdüğü için eften püften bir göreve veriyorlar kendisini. O da öyle çok uğraşmak istemiyor bu işlerle. Hayattan bezmiş biri ve hayata dair hiç bir şeyi sevmiyor. Kadınlardan, insanlardan, gençlerden, cinsellikten ve hayatın kendisinden nefret ediyor. Ve bir de - en önemlisi - böceklerden. Kitabın başında böcek öldürme anı var, çok gerilimli, çok bunalımlı bir sahne. Şunu söylemem gerekiyor bu raddeden sonra; kitaptaki zaman kavramı çok değişken. yazar bir kelime kullanarak geçmişe gidiyor ve bunu anlamıyorsunuz bile, cümleniz bittikten sonra ancak yazarın geçmişe adım attığını kavrayabiliyorsunuz. Şu ana kadar okuduğum kitapların içinde bu işi en güzel yapan yazar Erhan Benerdir. Ben kronolojik anlatacağım sanmayın ki kitap çok yavan bu haliyle. Neyse, Recai Bey’in çocukluğu çok zorlu geçmiş. Küçükken evlerinde yangın çıkmış ve kardeşi ateşlerin arasında kalmış. Annesi kız kardeşinin öldüğünü görünce Recai Bey’e dönüp ( tabi o zamanlar küçük bebe yani bey dediğime bakmayın) kardeşini sen öldürdün demiş. Keşke sen de öleydin demiş. Sonra dayısı bunu çok zor işlerde çalıştırmış, dövmüşler sövmüşler. Sonrada devlet memuru olmak iyidir deyip polisliğe vermişler. Bu çocukluk travması gerçekten psikolojisini bozmuş onun, annesinin gaddarlığından dolayıdır diye düşünüyorum kadınlara ilgisi pek yok, bir iki girişim fecaatle sonuçlanmış. Fahişeye gitmiş para verip, kaskatı vücudu, kirlenmiş apış arası kılları ve yağlı saçları görünce iştahı gelmemiş, polisken Haşmet Hanım diye biriyle birlikte oluyor ama onunda tam regl dönemi, kan içinde kalıyor her yer. İğreniyor artık. Sonra da kesmeye çalışıyor malafatı. Bildiğin kökten yani. O derece. Daha sonra Binnur adında bir eşi buluyor kendine ünivesite olaylarında nezarette tanıştığı bir kız. Onunla evleniyor fakat bir müddet sonra o evi terkediyor. Bunda Recai Bey’in suçu yok. Kadın da kendisi gibi aslında. Hiçbir şeyden zevk almıyor. Dışarı çıkmaktan, konuşmaktan, seksten… Sadece kitap okuyup, şarap içiyor evde. O kadar. Aralarında iletişim kopmuş ve Recai Bey aslında tek başına yaşıyor evliyken bile. Kitapta aynı zamanda çok karanlık bir hava var. Esrarengiz, sisli bir hava. Sanki dışarı çıktığında hava kapalı bulutlar güneşi engelliyor gündüzken bile. Evin içi kuzey cephe; soğuk ve güneş girmeyen bir evmiş  gibi. Bunlar sadece zihninizde canlanan şeyler.

Öncelikle birazcık içerikten bahsedelim. Kitabın ana karakteri olan Recai Bey deneyimli bir polis. Zamanında arkası sağlam bir çocuğu dövdüğü için eften püften bir göreve veriyorlar kendisini. O da öyle çok uğraşmak istemiyor bu işlerle. Hayattan bezmiş biri ve hayata dair hiç bir şeyi sevmiyor. Kadınlardan, insanlardan, gençlerden, cinsellikten ve hayatın kendisinden nefret ediyor. Ve bir de - en önemlisi - böceklerden. Kitabın başında böcek öldürme anı var, çok gerilimli, çok bunalımlı bir sahne. Şunu söylemem gerekiyor bu raddeden sonra; kitaptaki zaman kavramı çok değişken. yazar bir kelime kullanarak geçmişe gidiyor ve bunu anlamıyorsunuz bile, cümleniz bittikten sonra ancak yazarın geçmişe adım attığını kavrayabiliyorsunuz. Şu ana kadar okuduğum kitapların içinde bu işi en güzel yapan yazar Erhan Benerdir. Ben kronolojik anlatacağım sanmayın ki kitap çok yavan bu haliyle. Neyse, Recai Bey’in çocukluğu çok zorlu geçmiş. Küçükken evlerinde yangın çıkmış ve kardeşi ateşlerin arasında kalmış. Annesi kız kardeşinin öldüğünü görünce Recai Bey’e dönüp ( tabi o zamanlar küçük bebe yani bey dediğime bakmayın) kardeşini sen öldürdün demiş. Keşke sen de öleydin demiş. Sonra dayısı bunu çok zor işlerde çalıştırmış, dövmüşler sövmüşler. Sonrada devlet memuru olmak iyidir deyip polisliğe vermişler. Bu çocukluk travması gerçekten psikolojisini bozmuş onun, annesinin gaddarlığından dolayıdır diye düşünüyorum kadınlara ilgisi pek yok, bir iki girişim fecaatle sonuçlanmış. Fahişeye gitmiş para verip, kaskatı vücudu, kirlenmiş apış arası kılları ve yağlı saçları görünce iştahı gelmemiş, polisken Haşmet Hanım diye biriyle birlikte oluyor ama onunda tam regl dönemi, kan içinde kalıyor her yer. İğreniyor artık. Sonra da kesmeye çalışıyor malafatı. Bildiğin kökten yani. O derece. Daha sonra Binnur adında bir eşi buluyor kendine ünivesite olaylarında nezarette tanıştığı bir kız. Onunla evleniyor fakat bir müddet sonra o evi terkediyor. Bunda Recai Bey’in suçu yok. Kadın da kendisi gibi aslında. Hiçbir şeyden zevk almıyor. Dışarı çıkmaktan, konuşmaktan, seksten… Sadece kitap okuyup, şarap içiyor evde. O kadar. Aralarında iletişim kopmuş ve Recai Bey aslında tek başına yaşıyor evliyken bile. Kitapta aynı zamanda çok karanlık bir hava var. Esrarengiz, sisli bir hava. Sanki dışarı çıktığında hava kapalı bulutlar güneşi engelliyor gündüzken bile. Evin içi kuzey cephe; soğuk ve güneş girmeyen bir evmiş  gibi. Bunlar sadece zihninizde canlanan şeyler. 

Efendisiz Halklar Kitabının Özeti

  Hiç yorum yok
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi. “ diyen Muhubbi bu kitabı okusaydı herhalde, derhal yakılmasını, yok edilmesini söylerdi. Ya da belki okur üzerine çok daha güzel sözler edebilirdi. Hiç belli olmaz. Nitekim koskoca Muhteşem Süleyman, ne yapacağı belli olmaz. Anlaşılacağı üzere kitap Anarşizmin ne demek olduğunu, neyi hedeflediğini, nasıl bir yönetim mekanizması (!) hedeflediğini açıklamaya çalışıyor. Bu açıdan güzel bir eser ortaya konulmuş diyebiliriz. Ama anarşizmin eleştirilecek çok ama çok noktası var.  Öncelikle anarşistler devletlerin bütün savaşların, kavgaların, çatışmaların, terörün ve gerginliğin kaynağı olarak görülmekte. Anarşizmi açıklayacak en doğru söz şu olabilir. Devlete ve onun baskıcı yapılanmalarına tamamen karşı çıkan bir anlayış. Zaten kitap devletin neden ve nasıl var olduğunu şöyle açıklamış.  “Savaş olmazsa hiçbir devlet olamaz. Bildiğimiz tüm devletler savaş aracılığıyla ortaya çıkmıştır ve silahlı kuvvetler üyelerini korumak asıl ve temel işleri olmuştur. Bu nedenle, devletlerin varlığını sürdükçe savaş da tarihin sonuna dek varlığını sürdürecektir… Ebedi barışa körcesine inananlar devleti tek tek ele alma hatasına düşerler ya da barışın evrensel olduğu hayaline dayarlar, oysa ki bunun akla aykırı olduğunu daha öncede gördük, çünkü bir devlet daima diğer devletler arasındaki varlığıyla mana taşır ve bu nedenle diğerleriyle çatışır.(Von Theitschke) Sf.28″   Devlet böyle berbar kötü rezil bir şey yani anarşizm için. Peki anarşist toplumlar var mıydı geçmiş dönemde. Yazar, burada ilgi çekici bir tespit yaparak ilkel toplumların çoğunda anarşizm köklü ve güçlü yönetim şekli olarak ortaya çıkıyormuş. Buna istinaden, dünyanın çeşitli yerlerindeki anarşist toplum olarak gözlemlediği bazı kabileleri ve yönetim sistemlerini yazmış. Bunlardan bilgi verip sıkmak istemiyorum sizi çünkü sıkıldım yani ben okurken. Bir yerden sonra tüm toplumlarda aynı özellik ortaya çıkıyor. Saf ilkellik sadssadda. Mesela, topluluk içinde bir cinayet işlendi, bunun cezası nasıl veriliyor? Öldürülen kişinin yakınları, suçluyu öldürüyor. Neden çünkü devlete bağlı yargı sistemi yok. Ayrıca, verilen örnek toplumlarda en dikkat çeken şey ise bunların hepsinde şef, ihtiyar adam, bilge adam denilen bir liderin olması. Kitap bunu lider olarak vermemiş ama lider işte yani. Bence kitabın bir çelişkisi bu. Eğer devleti reddediyorsan önder niteliğindeki hiç kimse olmayacak toplumda. Sonuçta bu gelenek belli süreçlerden geçerek lider kimliğini oluşturuyor. Bana göre yanlış yani. Ayrıca, bir toplumun anarşist olarak kabul görmesi için kast ya da sınıf sistemi olamaycak ve kararlar herkesin katılabildiği bir mecliste her beraber verilebilecek. Bu özelliklerde ortak diyebiliriz.   Gelelim günümüzde anarşist bir devrim yapabilir miyiz soruna. Şöyle ki, kitabın sonunda yazar, bize her zaman muhalefette kalma gibi bir pozisyon düşüyor bütün dünyada diye bitirse de (asdasd) devrim için yapılacak şeyleri de söylüyor. Birincisi devleti fuzuli hale getirecek çok sayıda gönüllü birliğin kurulup devleti çökertmek. İkincisi, şiddete dayalı devrim. Üçüncüsü, Şiddete dayanmayan doğrudan eylemlerdir; işçi grevleri, sendikalar felan yani. Lakin günümüz toplumunda bunları yapmak çok zor. Komünistlerinde takıldığı yer burası. Kapitalist toplum hegemonya kurmuş, geçit vermiyor. Ayrıca kitapta ilgimi çeken bir kısım var paylaşmadan edemeyeceğim.   “Genel olarak, barikat kurmaya yönelik herhangi bir öneri bugün tamamen romantik bir nasyondur ve stratejik olarak budalacadır. Askeri teknoloji öyle sofistike ve pahalıdırki sadece hükümetler böyle bir şeyin yatırımını yapıp, sürmesini sağlayabilir. Bir gerilla ordusu kendini ezici tuhaflıklarla karşı karşıya bulacaktır. Ve yegâne umudu askeriyeyi devrime katılması için kışkırtabilmek olacaktır. - ki olması en imkansız olaydır bu. (sf.170)  Geçen yaz yaşadığımız, sur, cizre, nusaybindeki hendek savaşlarında olan durum tam olarak budur. Terör örügütü, oraya yığdığı,eline silah verip savaşmasını söylediği insanların hepsini bilerek ve isteyerek ölüme sürüklemiştir. Çözüm süreci garabetinden sonra oluşan bu durum, teröristlerle anlaşmak değil savaşmanın tek yol olduğunu göstermiştir. Eğer bir masa kurulacaksa bu dikte masasıdır, pazarlık değil. Siz şartlarınızı söylersiniz, onlar kabul etmek zorunda kalırlar. Bu, bu kadar basittir. Bu vesileyle, şehir savaşları sırasında şehit düşen kahraman askerlerimize Allah’tan rahmet dilerim. Allah cennetinde ağırlasın onları. Haklarını ödeyemeyiz. 600 can. Kimse hesabını veremez. Bu anarşizmle ilgili olarak söyleyeceğim son söz şudur: “Allah devletsiz bırakmasın!”



“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi. “ diyen Muhubbi bu kitabı okusaydı herhalde, derhal yakılmasını, yok edilmesini söylerdi. Ya da belki okur üzerine çok daha güzel sözler edebilirdi. Hiç belli olmaz. Nitekim koskoca Muhteşem Süleyman, ne yapacağı belli olmaz. Anlaşılacağı üzere kitap Anarşizmin ne demek olduğunu, neyi hedeflediğini, nasıl bir yönetim mekanizması (!) hedeflediğini açıklamaya çalışıyor. Bu açıdan güzel bir eser ortaya konulmuş diyebiliriz. Ama anarşizmin eleştirilecek çok ama çok noktası var.

Öncelikle anarşistler devletlerin bütün savaşların, kavgaların, çatışmaların, terörün ve gerginliğin kaynağı olarak görülmekte. Anarşizmi açıklayacak en doğru söz şu olabilir. Devlete ve onun baskıcı yapılanmalarına tamamen karşı çıkan bir anlayış. Zaten kitap devletin neden ve nasıl var olduğunu şöyle açıklamış.

“Savaş olmazsa hiçbir devlet olamaz. Bildiğimiz tüm devletler savaş aracılığıyla ortaya çıkmıştır ve silahlı kuvvetler üyelerini korumak asıl ve temel işleri olmuştur. Bu nedenle, devletlerin varlığını sürdükçe savaş da tarihin sonuna dek varlığını sürdürecektir… Ebedi barışa körcesine inananlar devleti tek tek ele alma hatasına düşerler ya da barışın evrensel olduğu hayaline dayarlar, oysa ki bunun akla aykırı olduğunu daha öncede gördük, çünkü bir devlet daima diğer devletler arasındaki varlığıyla mana taşır ve bu nedenle diğerleriyle çatışır.(Von Theitschke) Sf.28″ 
Devlet böyle berbar kötü rezil bir şey yani anarşizm için. Peki anarşist toplumlar var mıydı geçmiş dönemde. Yazar, burada ilgi çekici bir tespit yaparak ilkel toplumların çoğunda anarşizm köklü ve güçlü yönetim şekli olarak ortaya çıkıyormuş. Buna istinaden, dünyanın çeşitli yerlerindeki anarşist toplum olarak gözlemlediği bazı kabileleri ve yönetim sistemlerini yazmış. Bunlardan bilgi verip sıkmak istemiyorum sizi çünkü sıkıldım yani ben okurken. Bir yerden sonra tüm toplumlarda aynı özellik ortaya çıkıyor. Saf ilkellik sadssadda. Mesela, topluluk içinde bir cinayet işlendi, bunun cezası nasıl veriliyor? Öldürülen kişinin yakınları, suçluyu öldürüyor. Neden çünkü devlete bağlı yargı sistemi yok. Ayrıca, verilen örnek toplumlarda en dikkat çeken şey ise bunların hepsinde şef, ihtiyar adam, bilge adam denilen bir liderin olması. Kitap bunu lider olarak vermemiş ama lider işte yani. Bence kitabın bir çelişkisi bu. Eğer devleti reddediyorsan önder niteliğindeki hiç kimse olmayacak toplumda. Sonuçta bu gelenek belli süreçlerden geçerek lider kimliğini oluşturuyor. Bana göre yanlış yani. Ayrıca, bir toplumun anarşist olarak kabul görmesi için kast ya da sınıf sistemi olamaycak ve kararlar herkesin katılabildiği bir mecliste her beraber verilebilecek. Bu özelliklerde ortak diyebiliriz. 

Gelelim günümüzde anarşist bir devrim yapabilir miyiz soruna. Şöyle ki, kitabın sonunda yazar, bize her zaman muhalefette kalma gibi bir pozisyon düşüyor bütün dünyada diye bitirse de (asdasd) devrim için yapılacak şeyleri de söylüyor. Birincisi devleti fuzuli hale getirecek çok sayıda gönüllü birliğin kurulup devleti çökertmek. İkincisi, şiddete dayalı devrim. Üçüncüsü, Şiddete dayanmayan doğrudan eylemlerdir; işçi grevleri, sendikalar felan yani. Lakin günümüz toplumunda bunları yapmak çok zor. Komünistlerinde takıldığı yer burası. Kapitalist toplum hegemonya kurmuş, geçit vermiyor. Ayrıca kitapta ilgimi çeken bir kısım var paylaşmadan edemeyeceğim. 

“Genel olarak, barikat kurmaya yönelik herhangi bir öneri bugün tamamen romantik bir nasyondur ve stratejik olarak budalacadır. Askeri teknoloji öyle sofistike ve pahalıdırki sadece hükümetler böyle bir şeyin yatırımını yapıp, sürmesini sağlayabilir. Bir gerilla ordusu kendini ezici tuhaflıklarla karşı karşıya bulacaktır. Ve yegâne umudu askeriyeyi devrime katılması için kışkırtabilmek olacaktır. - ki olması en imkansız olaydır bu. (sf.170)
Geçen yaz yaşadığımız, sur, cizre, nusaybindeki hendek savaşlarında olan durum tam olarak budur. Terör örügütü, oraya yığdığı,eline silah verip savaşmasını söylediği insanların hepsini bilerek ve isteyerek ölüme sürüklemiştir. Çözüm süreci garabetinden sonra oluşan bu durum, teröristlerle anlaşmak değil savaşmanın tek yol olduğunu göstermiştir. Eğer bir masa kurulacaksa bu dikte masasıdır, pazarlık değil. Siz şartlarınızı söylersiniz, onlar kabul etmek zorunda kalırlar. Bu, bu kadar basittir. Bu vesileyle, şehir savaşları sırasında şehit düşen kahraman askerlerimize Allah’tan rahmet dilerim. Allah cennetinde ağırlasın onları. Haklarını ödeyemeyiz. 600 can. Kimse hesabını veremez. Bu anarşizmle ilgili olarak söyleyeceğim son söz şudur: “Allah devletsiz bırakmasın!”


Kitap Özeti

Can Yücel Her şey Sende Gizli Şiiri

  Hiç yorum yok
Yerin seni çektiği kadar ağırsın,  Kanatların çırpındığı kadar hafif..  Kalbinin attığı kadar canlısın,  Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...  Sevdiklerin kadar iyisin,  Nefret ettiklerin kadar kötü..  Ne renk olursa olsun kaşın gözün,  Karşındakinin gördüğüdür rengin..  Yaşadıklarını kâr sayma:  Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa,  Sevdiğin kadardır ömrün..  Gülebildiğin kadar mutlusun.  Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin  Sakın bitti sanma her şeyi,  Sevdiğin kadar sevileceksin.  Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer  Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın.  Bir gün yalan söyleyeceksen eğer;  Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.  Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret,  Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın.  Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın,  Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.  Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın  Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.  Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..  İşte budur hayat!  İşte budur yaşamak,  Bunu hatırladığın kadar yaşarsın  Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün  Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun  Çiçek sulandığı kadar güzeldir,  Kuşlar ötebildiği kadar sevimli,  Bebek ağladığı kadar bebektir.  Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin,  bunu da öğren,  Sevdiğin kadar sevilirsin...
Can Yücel
Her şey Sende Gizli

Yerin seni çektiği kadar ağırsın, 
Kanatların çırpındığı kadar hafif.. 
Kalbinin attığı kadar canlısın, 
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç... 
Sevdiklerin kadar iyisin, 
Nefret ettiklerin kadar kötü.. 
Ne renk olursa olsun kaşın gözün, 
Karşındakinin gördüğüdür rengin.. 
Yaşadıklarını kâr sayma: 
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa, 
Sevdiğin kadardır ömrün.. 
Gülebildiğin kadar mutlusun. 
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin 
Sakın bitti sanma her şeyi, 
Sevdiğin kadar sevileceksin. 
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer 
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın. 
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer; 
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın. 
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret, 
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın. 
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın, 
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak. 
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın 
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü. 
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin.. 
İşte budur hayat! 
İşte budur yaşamak, 
Bunu hatırladığın kadar yaşarsın 
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün 
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun 
Çiçek sulandığı kadar güzeldir, 
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli, 
Bebek ağladığı kadar bebektir. 
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin, 
bunu da öğren, 

Sevdiğin kadar sevilirsin...

Şiirler

Tek Kanatlı Bir Kuş Kitabından Alıntı

  Hiç yorum yok
Remzi Bey tanımadığı insandan, tanımadığı yerden korkardı. Kim bilir, bir insanın iyilik mi kötülük mü, dostluk mu düşmanlık mı düşündüğünü şöyle yüzüne bakınca, kim bilir? Tanışmadan, konuşup görüşmeden bir insan kokuludur, başka bir şeydir. Yani başka bir şeydir. Konuşup görüşüncedir ki işte o zaman insan olur.


Remzi Bey tanımadığı insandan, tanımadığı yerden korkardı. Kim bilir, bir insanın iyilik mi kötülük mü, dostluk mu düşmanlık mı düşündüğünü şöyle yüzüne bakınca, kim bilir? Tanışmadan, konuşup görüşmeden bir insan kokuludur, başka bir şeydir. Yani başka bir şeydir. Konuşup görüşüncedir ki işte o zaman insan olur.

T Harfi ile Başlayan

26 Şubat 2017 Pazar

Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok Kitabından Alıntı

  Hiç yorum yok
Gencim, yirmi yaşındayım. Ama hayatta umutsuzluktan, ölümden korkudan ve acı uçuruma sürükleyen anlamsız bir dıştanlığın kösteklenmesinden başka bir şey tanımıyorum. Milletlerin birbirlerine zorla DÜŞMAN edildiğini ve hiç ses çıkarmadan, hiçbir şey bilemeden budala, uysal ve bönce birbirlerini öldürdüklerini görüyorum. Dünyanın en zeki beyinlerinin, bütün bunları daha ustaca ve daha devamlı yapmak için yeni silahlar ve yeni laflar bulduklarını görüyorum
Batı Cephesinde Yeni Bir Şey YokErich Maria Remarque


Gencim, yirmi yaşındayım. Ama hayatta umutsuzluktan, ölümden korkudan ve acı uçuruma sürükleyen anlamsız bir dıştanlığın kösteklenmesinden başka bir şey tanımıyorum. Milletlerin birbirlerine zorla DÜŞMAN edildiğini ve hiç ses çıkarmadan, hiçbir şey bilemeden budala, uysal ve bönce birbirlerini öldürdüklerini görüyorum. Dünyanın en zeki beyinlerinin, bütün bunları daha ustaca ve daha devamlı yapmak için yeni silahlar ve yeni laflar bulduklarını görüyorum

B Harfi ile Başlayan

Necip Fazıl Kısakürek Kaldırımlar Şiiri

  Hiç yorum yok

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;  Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.  Yolumun karanlığa saplanan noktasında,  Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.   Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;  Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.  İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;  Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.   İçimde damla damla bir korku birikiyor;  Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...  Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;  Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.   Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;  Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.  Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;  Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.   Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;  Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!  Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;  Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!   Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;  İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.  Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;  Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.   Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;  Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!  Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;  Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.   Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;  Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.  Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,  Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi...   II   Başını bir gayeye satmış bir kahraman gibi,  Etinle, kemiğinle, sokakların malısın!  Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi,  Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!   Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri,  Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında.  Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri;  Onun taşı erimiş, senin kafatasında.   İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var;  Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz.  Dünyada taşınacak bir kuru başınız var;  Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz.   Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur!  Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.  Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur...  Ne senin anladığın kadar, kaldırımları...   III   Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece,  Vecd içinde başı dik, hayalini sürükler.  Simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince,  Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der.   Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de,  Tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp.  Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de,  Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp.   Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım;  Onu bir başkasına râm oluyor sanırım,  Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı.   Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan;  Bana rahat bir döşek serince yerin altı,  Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan...
Necip Fazıl Kısakürek



Kaldırımlar


Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında; 
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum. 
Yolumun karanlığa saplanan noktasında, 
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum. 

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık; 
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar. 
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık; 
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar. 

İçimde damla damla bir korku birikiyor; 
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler... 
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor; 
Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler. 

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi; 
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır. 
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi; 
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır. 

Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta; 
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum! 
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta; 
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum! 

Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin; 
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler. 
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin; 
Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler. 

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim; 
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları! 
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim; 
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları. 

Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya; 
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi. 
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya, 
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi... 

II 

Başını bir gayeye satmış bir kahraman gibi, 
Etinle, kemiğinle, sokakların malısın! 
Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi, 
Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın! 

Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri, 
Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında. 
Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri; 
Onun taşı erimiş, senin kafatasında. 

İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var; 
Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz. 
Dünyada taşınacak bir kuru başınız var; 
Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz. 

Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur! 
Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları. 
Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur... 
Ne senin anladığın kadar, kaldırımları... 

III 

Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece, 
Vecd içinde başı dik, hayalini sürükler. 
Simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince, 
Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der. 

Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de, 
Tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp. 
Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de, 
Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp. 

Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım; 
Onu bir başkasına râm oluyor sanırım, 
Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı. 

Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan; 
Bana rahat bir döşek serince yerin altı, 
Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan...

Şiirler
Blogger tarafından desteklenmektedir.